Koronavirüs: Karantinadaki Bir Baba Evden Nasıl Çalışır?

Tam eve ulaşmışken üzerinde filmlerdeki kimyasal serpintiden korunma kıyafeti olan bir grup asker önümü kesti. Ordu Biyolojik Kimyasal ve Radyoaktif Savunma Birimi’nden olduklarını ve onlarla gitmem gerektiğini sert bir dille söylediler. “Nasıl olur?” diye sordum. “Evime sadece 5 metre uzaktayım, herkese eve gitmesi söylendi. Bakın camdan bakan minik kelebek benim oğlum, bırakın evime gideyim” dedim… “Risk grubundasınız, bizimle geleceksiniz, sizin karantinanız ayrı” diye cevap verdiler.

Koronavirüs şüphesi, bulunduğum ülkeyi de iyiden iyiye ayaklandırmaya başlamıştı. İnsanlar işe giderken birbirine şüpheyle yaklaşıyor, toplu taşıma araçlarında biri öksürse ya da tıksırsa hemen yanından uzaklaşıyorduk. Artık sadece çantamızı çalacakmış gibi bakan mültecilerden değil virüsü yayma potansiyeli olan insanlardan da uzaklaşıyorduk. Eğer bir mülteciyseniz ve öksürürseniz… 

Tedbirler acilen uygulamaya konulmuştu. Hükümet olağanüstü hal ilan etti ve ikinci bir emre kadar herkesin evde kalmasını istedi. İş yerinden alelacele çıkıp koşarak trene yetiştim. Tren hıncahınç doluydu. Bindiğim zaman etrafımda bir açıklık oluştu. Bu normaldi, sonuçta ben de mülteciydim… Trenden inip eve doğru aceleyle giderken çevremde koşuşturan insanları, alışverişe yetişmek için birbirini geçmeye çalışan teyzeleri gördüm. Henüz alışveriş yapmamıştık ve bu durum daha çok sinirlenmeme sebep oluyordu. 

Eve yaklaştığımda camda beni bekleyen oğlumu gördüm. Canım oğlum, camın arkasından nasıl da masum… Uzaktan ona el salladım, o da karşılık verdi. Sesini duyamıyordum ama ağız hareketinden “Tata!” diye bağırdığını anlayabiliyordum. 

Tam eve ulaşmışken üzerinde filmlerdeki kimyasal serpintiden korunma kıyafeti olan bir grup asker önümü kesti. Ordu Biyolojik Kimyasal ve Radyoaktif Savunma Birimi’nden olduklarını ve onlarla gitmem gerektiğini sert bir dille söylediler. “Nasıl olur?” diye sordum. “Evime sadece 5 metre uzaktayım, herkese eve gitmesi söylendi. Bakın camdan bakan minik kelebek benim oğlum, bırakın evime gideyim” dedim… “Risk grubundasınız, bizimle geleceksiniz, sizin karantinanız ayrı” diye cevap verdiler.

Risk grubu mu? Neyin risk grubu, 65 gösteriyor olabilirim ama daha 40 yaşındayım.

“Komutan komutan, neyin risk grubuymuş bu?”

“Çinlisiniz”    

“Değil ulan Türküm, miyop olduğumdan gözler öyle görünüyor” diyerek gözlüğümü çıkarmak için elimi yüzüme doğru götürdüm…

Ellerindeki M-16 hafif piyade tüfeklerini bana doğrultup hoş olmayan şeyler söyleyerek beni yere yatırdılar. 

“Bayım en kısa zamanda iyileşecek ve ailenize kavuşacaksınız. Lütfen zorluk çıkarmayın ve bizimle gelin. Sizin ve ailenizin sağlığı için…”

“Peki ama ne kadar uzak kalacağım ailemden?”

“14-21 gün arası…”

14-21 gün arası… ailemden uzak…

Bu güzel rüyadan uyandığımda karantinanın dördüncü günündeydik. Uzun zamandır “günaydın” ve “iyi geceler” öpücükleri hariç tüm faaliyetleri askıya aldığımız karımla aramızda uyuyan oğluma baktım. Uyurken ne kadar da masum ve şirindi. Ve uyurken dahi benim onu izlediğimi anlayabiliyordu. Yarı uykulu gözlerini açtı. Hemen yatıp uyuyor numarası yaptım, amacım en azından bir kahve içip az da olsa çalışabilmekti. Uyandı…

Karantina sadece filmlerde gördüğüm, şahit olan biriyle bile tanışmadığım bir kavramdı. Amaç evde olmak ve hastalığın yayılmasını engellemek. Ama bu arada evden çalışmak zorunda olanlar var, benim gibi…

Leyla’yla da evden çalışma fikrini denemiştim. “Leyla’yla” kısmında tıkanmıştık. Oğlanla da öyle olacağını biliyordum ama…

 

Annesi oğlana tebeşir almış, yaratıcılığı geliştirdiğini iddia eden bir Instagram postunda gördüğü için. Tozsuz tebeşirin en önemli özelliği tozlarının görünmeyecek kadar küçük partiküller halinde yayılması, bunun dışında pek bir özelliği yok. Her yüzeyde işini görebiliyor. Biz de dahil. Tebeşirleri ağıla sokmaya çalıştığı koyunları saymak kolay olsun diye üzerine işaret koyan çoban edasıyla kullanan oğlum için en önemli adım ise sergi. Pantolon ya da çoraplarıma koyduğu işaretler önem arz etmiyor ama eserlerini ısrarla göstermek istemesi gerçekten çok hoş. “Ahı” diye bağırarak her çizgiden sonra ilgi çekmeye çalışıyor. Eğer yeni damganıza bakıp “Aaaa! Ne güzel olmuş” demezseniz “AHI” sesleri giderek yükseliyor, en sonunda komşular kapıya gelip “Çocuğa tepki vermezseniz Sosyal Hizmetleri arayacağız” diyorlar. 

Şimdi bu durumu bilgisayarın başına geçip işinizi yaparken oluştuğunu hayal edin.

“Ahı!”

“Aaaa! Ne güzel çizmişsin babacığım. Dur şu maili de göndereyim oyun oynayacağız.”

“Ahı!”

“Öbür çoraba da mı çizdin, aferin sana”

“Ahı”

“Afferin sana… Afffferrrin sanaaaaa”

“Ahı”

“Ligler iptal edilmemiş mi?” (Ne dediğinizin pek bir önemi yok, anlamıyor)

“Ahı”

“Artık aramızda uyumasan mı?”

“Ahı”

“Bu gece aramızda uyumazsan yarın sabah bütün tebeşirleri beraber yeriz.”

“Ahı”

“Lütfen yatağında yat bu gece”

“Ahı”

Saatler gibi geliyor ama aslında günler sürmüş… 

En güzel çalışma ortamının oğlan uyuyunca olacağını düşünmüştüm. Bu güzel fikir şöyle hayata geçiyor:

“Hadi babacığım, şimdi uyuyacağız. Sonra kalkıp oyunlar oynayacağız.”

“Oğlum ne olur beş dakika daha uyuyayım.”

Evde çocuk varken çalışabilmenizin tek bir yolu var. Evi yakmak. İtfaiye geliyor ve çocuğu alıyor, o arada çalışabilirsiniz. Hayır tabi ki, gidip evinizi ateşe vermeyin sakın. O kadar çok uğraştım ki sigorta işleriyle o esnada çalışabilirdim. O yüzden bu öneriyi şimdilik rafa kaldıralım.

Evde çocuk varken çalışabilmenizin tek yolu kendinize ait bir çalışma odanızın olması. 

Hepinizin bildiği üzere Thomas More da “Ütopya” adlı eserini kaleme alırken bu durumdan bahsetmiştir. Kendinize ait bir çalışma odası… 

Kendime ait diyebileceğim tek yer yatak odamız. Hani oğlanın aramızda yattığı yer… Oraya geçip kendinize ait bir ortam hazırlıyorsunuz ama bilin bakalım ne oluyor. 

“Ne olur beş dakika daha uyuyayım.”

Salon ile ortak mutfak kavramını bulan ve bunu uygulayan mimar ve mühendisleri de buradan saygıyla anmak istiyorum. Oysa mutfakta çalışabileceğiniz bir ortam var; masa, sandalye… Ama bu iki basit aletin salonla bağlantısı olmaması gerekiyor. Ben de duvarlar yıkılsın istedim, 91 Kasım’ında Berlin’deydim, ama bizim salonun duvarlarını kastetmemiştim.

Ayıptır söylemesi küçük bir bahçemiz var; 2 dönüm. Yani iki kere dönebiliyorsunuz. Oraya çıkıp çalışmak istedim. Tam 55 saniye sonra pencere açıldı. 

“AHI!”

Yaşadığım problemlerin ilk olarak benim başıma gelmediğini düşünerek hareket eden bir insanımdır. Bu durumun da benden önce birilerinin başına geldiğini düşünerek internete sordum.

“Hey Google”

“Ahı”

“Sen değil oğlum. HEY GOOGLE evden çalışmanın püf noktaları nedir?”

Cevap; evden çalışırken dikkat etmeniz gereken en önemli şey fazla çalışıp kendinizi tüketmemeniz. Evinizde, ofis ortamı ve iş arkadaşlarınız olmayacağı için ne kadar süre çalıştığınızı anlamayabilirsiniz. Geçen fazla sürede çok yorulabilirsiniz. (Karantinadaki insanları eğlendirmek için yapılan şakalar olmalı).

“Hey Google… Çocukla evden çalışmanın püf noktaları nelerdir.”

Cevap; çocuğunuzun üniversite başvurularında ve sınavlarında başarılı olması için uygulamanız gereken adımlar aşağıda bilgilerinize sunulmuştur.

Evin içinde rahatsız edilmeyeceğimi bildiğim tek bir yer kalıyor. Kapısı kilitlenen tek yer… Tuvalet…

40 dakika sonra, tek bir mail gönderebilmiş ve bacaklarımdaki karıncalanma hissiyle tuvaletten çıktığımda eşimle göz göze geldik.

“Uzun kaldın hasta mısın?”

“Hastayım. Sana hastayım, oğlan aramızda yatmasa olur mu?”

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook